Kim istemez ki şöyle boğaz manzarasına karşı otursun, martıları izlesin, boğazın mavi sularında uzaklara dalıp gitsin, boğaza her baktığında “Çok güzelsin be İstanbul!” desin. Şöyle güzel bir yere gideyim, yemekleri güzel, manzarası güzel, özel bir mekan olsun, romantik bir akşam yemeği olsun, ulaşımı kolay olsun derseniz bu yazım size yönelik.

Banyan Restaurant Ortaköy’de bulunuyor. Beşiktaş’tan otobüslerle veyahut özel aracınız ile ulaşabilirsiniz. Yeri tam olarak Ortaköy’e inen yokuşun sonundaki House Cafe’nin yan tarafı. İki kat çıkıp terasa ulaşıyorsunuz. Terasa çıkınca karşınıza ilk Boğaziçi Köprüsünün ihtişamı ve Ortaköy Camii geliyor. Ben buraya gelene kadar köprüyü hiç bu kadar ihtişamlı görmemiştim.

Restaurant dört yıl üst üste mükemmellik sertifikası almış. Menüsündeki tatlar inanılmaz güzel. Asya mutfağı ağırlıklı olarak, Thai tatlarını tadabilirsiniz. Teras katının sahile bakan kısmında bar bulunuyor. Barın manzarası mükemmel.

Ve terasın her tarafından manzaraya hakimsiniz, bu muhteşem bir duygu. Rezervasyon yaptırırken rica minnet “Güzel manzaralı bir masa istiyoruz lütfen.” demek zorunda kalmıyorsunuz. Rezervasyon yaptırırken telefon ile ya da internet üzerinden (http://banyanrestaurant.com/ rezervasyon yaptırmak için tıklayabilirsiniz) kendi sitesinden yaptırabilirsiniz.

Çalışanlar çok ilgili. Menüde çorbalar, salatalar,  başlangıçlar, envai çeşit sushiler Thai usulü et yemekleri, çeşitli balık yemekleri, içkiler mevcut. Farklı tatlar ile tanışmayı sevenler için et yemekleri çok ilgi çekici olabilir. Sushi’si ise benim bugüne kadar yediğim (yurt içi, yurt dışında yediğim) en güzel sushiydi. Kesinlikle gitmişken tadın.

Akşam yemeği için tercih edilebilecek huzurlu, romantik mekanlardan birisi. Güneşin batarken ki etkisi ile boğazın farklı hallerini izlemeniz ve fotoğraflamanız mümkün.

Geldik yeni bir yere. Ve Hayal Kahvesi.

Boğazın en güzel yerlerinden birinde. Eskiden Hayal Kahvesinin bulunduğu yerden hemen sonra deniz başlıyormuş, deniz kenarında dalgaların sesi eşliğinde oturabileceğiniz bir yermiş. 2017 itibari ile deniz doldurularak yürüyüş yolu yapılmış. Artık deniz kenarında bir mekan değil.

Mekan için üzücü ancak Anadolu Yakası için sahilde yürünebilecek bir nebze yer oluşturması bakımından sevindirici bir gelişme olmuş. Mekana girmeden önce veya mekan çıkışı burada kısa bir yürüyüş yapabilirsiniz.

Gelelim mekanımızın konumuna, Beykoz’da Çubuklu’da bulunmakta, adından da anlaşılacağı üzerine. Beykoz merkezden başlayıp sahilden dümdüz gittiğinizde sol tarafta tabelası görünüyor zaten. Otoparkına arabanızı park edip bir girişten giriyorsunuz.

Bu giriş uzunca bir koridordan oluşuyor. Koridorda ilk önünüze gelen bir balıkçı restaurantı var. Buradan devam ettiğinizde Hayal Kahvesi koridorun son durağı oluyor.

Mekan güzel, teraslı yerinde muhteşem bir boğaz manzarası var. Gün batımı buradan çok güzel seyredilir sevdiğiniz yanınızda değmesinler keyfinize.

Menüsünde kahvaltı, başlangıçlar, makarnalar, pizzalar, salatalar, burgerler, ana yemek olarak etli yemekler, noodlelar, alkollü ve alkolsüz içecekler mevcut. Kahvaltısı da güzele benziyor denenebilir.

Romantik bir akşam yemeği için ideal, kahvaltıya gelinebilir ayrıca bir konser ayarlanıp eğlenmeye gelebilirisiniz.

Çalışanları ilgili, gelmeden önce rezervasyon yaptırmanız güzel bir yerde oturmanız açısından şart. Menüyü görmeniz açısından aşağıya bırakıyorum. Fikir sahibi olabilirsiniz.

Konumu iyi olsun, ambiyansı iyi olsun, şöööyle bir de terası olsun boğazı ucundan da azıcık olsun görelim, terasta oturmasak bile baktıkça içimizin açılacağı duvarları olsun diyorsanız bu mekan size göre. Mim Kahve aslında ilk Eminönü’nde açılmış. Yaklaşık bir buçuk sene sonrasında Üsküdar’a da açmaya karar vermişler. Ben Üsküdar’daki yerinden bahsedeceğim.

Konum olarak eskiden otobüs durağı olarak kullanılan Hor hor durağında bulunuyor tam olarak. Eminevimin üst katı. Tarif edildiği üzerine gittiğimde biraz zorlandım, çünkü bu mekanımızın öyle şaşalı, şatafatlı, aksiyonlu bir tabelası yok. Hatta hiç tabelası yok. Heralde yeni açıldı ondan diye düşünürken çalışanlarından öğreniyoruz ki meğer bu yerimizin tabelası hiç olmamış ve Eminönünde bir buçuk sene boyunca bulunan şubelerinin de tabelası yokmuş. Kulaktan kulağa yayılmış bir mekan. Gelen müşterilerin hepsi bir tanıdığı, bir arkadaşının önerisi üzerine gitmiş. Aynen bizim gibi.

Mekan bulunduğu binanın son üç katını kapsıyor. Katların duvarları enfes. Baktıkça içinizi ısıtan usta ellerden çıkmış çizimlerle dolu. Her katta merdiven aralarında size eşlik ediyor. Her katta durup fotoğraf çekinmek istiyorsunuz.

İlk katta önce sizi kapalı bir küçük salon karşılıyor buradan camlarının açılabildiği terasa geçebiliyorsunuz. Bu katta terasın olduğu yerde muhteşem bir kitaplık duruyor. Kitaplık ahşap ve küçük detayları ile çok dikkat çekici.

Bir üst katta yine ilk önce küçük bir salona ardından camlı terasa geçiyorsunuz. Bu katın duvarında o usta ellerden çıkmış Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş ‘ın sazı ve sazının ucundaki kuş çizimi yer alıyor.

En üst katta teras bulumakta, bu katın duvarında ise Barış Manço çizimi var. Terastan boğazı seyredebiliyorsunuz. Güneşin tam batımına gelmişseniz çok şanslısınız. Gün batımına karşı güzel bir içecek ile güneşin batışına şahitlik edebilirsiniz.

Menüsüne gelirsek soğuk, sıcak içecekler, bitki çayları, tatlılar, kahvaltılıklar, aperatifler, çeşitli et yemekleri, salatalar, makarnalar bulunmakta. Tatlılardan kesinlikle magnoliasını tatmanızı öneririm. Muhteşem bir muhallebiye eşlik eden muz veya çilekli dilimler ile bir kaşıktan sonra namm namm yapasınız gelmiyor değil hani.

Izgara köftesi de ayrıca çok lezzetli ana yemek olarak seçebilirsiniz. Fiyatlar makul tercihlerinizi gönül rahatlığı ile yapabilirsiniz.

Ayrıca menüde zengin olan bir köşe var ki. Bitki çayları köşesi. Yasemin çayı, papatya çayı, hibisküs çayı, kış çayı, yeşil çay, elma, nar, kivi, şeftali .. vs bitki çayı seçenekleri mevcut. Siz de benim gibi bitki çayı severlerdenseniz sırf bitki çayları için bile tercihleriniz arasında kalmasını sağlayacak nitelikte. Ayrıca elma ve kivi çayının bendeki yeri ayrıdır.  Ankarada öğrenci olanlar bilir Hamamönüne her giden bir kivi çayını, elma çayını içmiştir. Vay be ne günlerdi. Neyse Hamamönünü’de başka bir zamana bırakalım yazmak için.

Velhasılı kelam Üsküdar’ın böyle bir mekana ihtiyacı vardı. İyi ki de açılmış. Hayırlı olsun. Menüyü sizin için aşağıya bırakıyorum fiyatlar ve içerik hakkında detaylı bilgi almak isteyenler bakabilir.

İşte bu yazımda 90’lı yılları size hatırlatacak, o ruhu tekrar yaşamanıza vesile olacak bir mekan tanıtacağım. Cafe 90’lar. Bu kafemiz Süleymaniye Camii’nin arka taraflarında yer alıyor. Metro ile İstanbul Üniversitesi durağında inip Süleymaniye Camii’ne geldikten sonra arka sokağında bulabilirsiniz. Mekan 4-5 katlı. Bütün katlarında Haliç, İstanbul Boğazı manzarası var.

Mekana girdiğinizde 90 lı yıllardaki bir evin salonuna girmişsiniz gibi hissediyorsunuz.

Masalar, koltuklar, hatta vitrin ve vitrinin içerisindeki süslü anane çeyizinden kalma bardaklar ve her tarafta danteller bulunmakta.

İsterseniz burada koltuklarda oturabilirsiniz. Bu katta şömine bile var kışın daha sıcak oluyor üst katlara göre.

Üst katlar camlı teras istediğinizde camları kapatabiliyorsunuz ancak manzarasına doyum oluyor.

Birinci katta duvarlarda  boylu boyunca Orhan Gencebay, Müslüm Gürses diğer tarafında 90’lı yıllara damgasını vurmuş sanatçılar yer alıyor. Bir tarafınızda 90lı yılların sanatçıları, bir tarafınızda İstanbul Boğazı ve bu ambiyansa tabiki 90lı yıllar şarkıları eşlik ediyor. Varın siz hesaplayın nasıl muhteşem bir yerde bahsediyorum.

Menüsünde kahvaltı, sandviç, yemekler (beyaz et ve kırmızı et ile yapılmış ana yemekler), aperatifler (krep, omlet ve börekler), tatlılar, zengin içecekler (sıcak, soğuk içecekler ve nargile mevcut.  Kahvaltı baya zengin, denenebilir.

Ancak tatlıları çok lezzetli değil. Zaten manzara ve tat birlikte güzel olmuyor olsa da çok uçuk fiyatlar ortaya çıkıyor. Bu kafemiz İstanbul Üniversitesi’ne çok yakın olduğu için fiyatları makul ve daha çok öğrenci mekanı tarzında diyebiliriz. Ancak bu manzarayı kolay kolay bulamayacağınızı varsayarak gelmenizi şiddetle tavsiye ediyorum. Menü 90lı yılların vazgeçilmez müzik arası kaset şeklinde yapılmış.

Kafe oyun oynamak isteyenlere de hitap ediyor. Tavla gibi oyunlar da var.

Genelde en üst katı doğum günü gibi organizasyonlara ayırıyorlar. En üst katın manzarası tabiki daha güzel.

Buraya hafta içi gündüz gelmenizi tavsiye ederim. Akşamları ve haftasonları çok fena kalabalık oluyor. Teras katlarda manzaranın bulunduğu masaları boş bulmanız bu durumlarda imkansızlaşıyor.

Burada manzaraya doyduktan sonra Süleymaniye Camii ziyaret edilebilir, camiinin karşısında bulunan ünü kuru fasülyecilerde fasülye pilav klasiği yapabilir veya aşağı Eminönü tarafına yürüyebilirsiniz. Eminönü’nün bu kesimleri biraz sessiz ve yıkık dökük binalardan oluştuğu için buradan yürümenizi çok önermiyorum. Üst kısımdan gelip gitmeyi tercih edin.

Menüye bakmak isterseniz; yazıyı okumanızda sizi rahatsız etmemesi açısından en alt kısma koyuyorum.

Beyoğlu güzeldir. Beyoğlu’nun ara sokaklarında kaybolmak daha da güzeldir. Arada yapmak lazım, bir ara sokaktan girip hiç bilmediğin yerlerde dolaşmak belki hiç bilmediğiniz, duymadığınız eserler görmek adına. Yeni yerler keşfetmek adına.

İşte böyle hiç bilmediğim bir sokaktan girip Fransız Sokağı’nı keşfetmek isterdim. Ancak biz bir arkadaşımızın önerisi üzerine gittik Fransız Sokağı’na. Diğer bir ismi Cezayir Sokağı. İki şekilde de anılıyor.

Bir merdiven ile başlıyor aşağı doğru süregiden merdivenler ve sağında ve solunda kafeler bulunan bir yer. Bu kafelerde canlı müzik yapanlar da var haliyle. Eğlenmek için de gelebilirsiniz. Merdivenler boyunca rengarenk döşenmiş minderli masalar ve rengarenk bir konsept. İnsan baktıkça içi açılıyor. O minderli oturma gruplarında oturup bir şeyler içerken ki sohbetin tadına doyum olmuyor açıkçası. Teraslı olan kafelerden Beyoğlu’na yukarıdan bakma imkanınızın olması ise daha da çekici kılıyor burayı.

Peki buraya nasıl gideceksiniz? Galatasaray Lisesi’ni yüzünüzü çevirdiğinizde sol tarafından aşağı inen bir yokuştan iniyorsunuz. İlk soldan döndüğünüzde yaklaşık 200- 300 mt sonra aşağı inen merdivenler Fransız Sokağı’nın başlangıcı oluyor. Merdivenlerden inene kadar birçok mekan çalışanı size çağrı yapıyor kendi kafelerine gitmeniz için. Size önerim bütün merdiven basamaklarından aşağı doğru inin. İnerken güzel bir gözlem yapın hangi mekan daha hoşunuza gidiyorsa ona oturun.

Fiyatlar çok çok uçuk değil. Fransız lezzetleri tatmak veya bir şeyler içmek, tatlı yemek için tercih edebilirsiniz. Ben İstanbul’a gelen arkadaşlarımı kesinlikle götürüyorum Fransız Sokağı’na ayrı bir ambiyans ve ahenkte sohbet etmek gerçekten İstanbul’da arayıp da zor bulacağınız bir nimet.

Çok bilineni olmayan yerleri keşfetmek benim açımdan büyük bir zevk. Ancak konu İstanbul olunca insanların keşfetmediği veya az bildiği yerler parmakla gösterilecek kadar az. İşte burası onlardan.

Kafeler haricinde galeriler, sergiler, atölyeler, antika dükkanları, hobi kursları vs. var. Fransız havasını derinliklerinizde hissedebilirsiniz bu sokakta. Paris’e gidemesenizde bir nebze bu eksikliğinizi gidermenize yardımcı.

Sevgiliniz, eşiniz ile romantik, az bilinen bir yer arıyorsanız işte burası tam sizin aradığınıza göre. Kaçırmayın İstanbulda’yken hemen gidin

En merak ettiğim yerlerden birisiydi Fuat Paşa Yalısı. Sonunda gittim. Fotoğraflarındaki ihtişamı, görüntüsü beni cezbediyordu.

Mekan Sarıyer merkeze çok yakın birkaç durak gerisinde, sahilde Büyükdere’de bulunmakta. Büyükdere iskelesinin hemen karşısı. Boğazın en güzel göründüğü ve Karadeniz’e açılan kısmı buralar. Ondandır ki biraz daha sakin. Saatlerce oturup bankta denizi seyredebilirsiniz. Bir tarafınızda balıkçı tekneleri bir tarafınızda Sarıyer.

Fuat Paşa Yalısı’nın bembeyaz o binası insanı mestediyor. Beyaz asillik demektir ya o asilliği iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Girişte sizi yine beyaz taşlardan ve mermerlerden oluşan içerisinde suyun ahenkle dans ettiği bir yer karşılıyor.

İlk girişte sağ tarafta çok hoş döşenmiş, dekorasyonuna hayran hayran ilerliyorsunuz. Sol tarafınızda lobi boyunca koltuklar bulunmakta. Lobinin bitiminde mermer iki taraftan yukarı doğru birleşen merdivenler sizi karşılıyor. Kına gecelerinde merdivenleri çok hoş süslüyorlar.

Daha sonra restaurantın kapalı kısmına geçiyorsunuz. Masalar büyük ve tam olarak davet, kına, nişan, düğün törenlerine uygun. Altın sarısı ile beyazın asilliği masalarda ve süslemenin detaylarında kullanılmış. Kapalı kısımdan yaz aylarında üzerini açtıkları yere geçiyorsunuz.

Randevunuz var ise garson size masanıza kadar eşlik ediyor. İster akşam yemeği ister iftar için gelebilirsiniz. Yemekleri çok lezzetli. Ortamın ambiyansı zaten bizden on puan aldı.

Biz iftar için gittik. İftar menüsünde süzme mercimek çorbası, iftariyelik tabağı, ara sıcak su böreği, ana yemek hünkarbeğendi (haşlanmış sebzeler eşliğinde) ve olmazsa olmaz tatlımız güllaç. Masada siz gittiğinizde közleri hazır bir şekilde bekletilen masa üstü ocak sizi karşılıyor. Siz masanıza oturduğunuzda bakır çaydanlığınızı masa ocağının üzerine yerleştiriveriyorlar. Biz bu olayı çok tuttuk. Siz yemeğinizi yiyene kadar çayınız misler gibi demleniyor ve yemek sonrasında size eşlik ediyor.

Fuat Paşa Yalısı sadece restauranttan oluşmuyor. Üst katlarında oteli de mevcut. İsterseniz burada konaklayabilirsiniz.

Fuat Paşa Yalısında ayrıca kına veya düğün gibi organizasyonlarınızı da yapabilmektesiniz. Gerek mekanın hoşluğu, elitliği, gerek konum olarak güzelliği ve gerek süslemeleri ile rüya gibi bir kına veya düğün organizasyonunuzu gerçekleştirebilirsiniz.

Yemeğimizi de yeyip mutluluk seviyemizi artırdıktan sonra ortamın hoşluğu ile mekanda çalan Türk Sanat Müziği ezgileri ile mest oluyor ve on sene sonra tekrar düğünümüzü burada yapmak için karar kılıp mekandan ayrılıyoruz.

Taksim güzel Taksim.. Ne zamanlar geçmiştir. Uzun yıllar İstanbul’da yaşamış olanlar bilir, Taksim deyince eski anılar geçer insanın gözünün önünden. Önce Taksim metro çıkışından çıkarsın, o uzuuuun İstiklal Caddesinden büyük bir zevkle yürürsün mağazalar eşliğinde. Caddenin sonunda Karaköy’e bağlanılan yokuştan aşağıya indiğinde sol tarafında Galata Kulesi yer alır. Büyük bir zevktir Taksim Meydan’dan İstiklal Caddesi boyunda yürüyüp Karaköy’e inmek. Baya da bir yürümek gerekir. Ancak bir yürümeye başladığında yorulduğunu ancak oturunca anlarsın.

Geldik Galata Kulesi’ne.. Galata Kulesine çıkışlar ücretlidir. Gelmişken kesin çıkmak gerek, çıkmadan o Haliç’in, İstanbul’un nefes kesen manzarasında kendini kaybetmeden inmemek gerekir.

Ayrıca özel bir gün ve yemek yemek istiyorsanız da bu manzara eşliğinde yiyebilirsiniz. Galata Kulesi’nin en üst kısmında bir cafe bulunmakla birlikte restaurantı bir alt katta bulunmakta. İsmi Haveran Restaurant. Gitmeden özel bir gün olduğunu belirtip cam kenarından yerinizi ayırtın. En az iki hafta önceden aramanız istediğiniz yeri almanız açısından size avantaj doğuracaktır.

Restaurantta fiyatlar çok çok uçuk fiyatlar değil. Eskiden çok abartı fiyatlar varmış ancak belediye bu mekanı aldıktan sonra fiyatlar ortalama bir seviyeye inmiş, bunu da belirtelim.

Galata Kulesine her gelişinizde devasa kuyruklar oluşur, uzar da uzar o kuyruk. Ancak siz yemek için geldiğinizi ve rezervasyonunuz olduğunu söylediğinizde giriş biletlerinizi alıp sıra beklemeden çıkabilirsiniz.

Asansörden indiğiniz yerde yöresel kıyafetler ile fotoğraf çekinebileceğiniz bir köşe mevcut. İsterseniz çekinip ücreti karşılığında fotoğrafınızı alabilirsiniz.

Bir üst kata çıktığınızda sizi sizden alıp Osmanlı dönemine götürecek o ambiyans ve taşlardan döşenmiş her bir tarafı tarih kokan, içinize ferahlık salacak salona giriyorsunuz. Sizin için ayrılmış masaya doğru yol alıyorsunuz.

Menüsünde Saray Mutfağından Osmanlı’nın tadı damağınızda kalacak yemekleri ile makarnalar, salatalar, et çeşitleri, tatlılar, Osmanlı şerbetleri, … bulunmakta. Buraya kadar gelmişken değişik bir lezzet deneyin bence. Saray Mutfağından bir önerim olacak size Topkapı Hassa-i Kuzu Mutancana. İçeriğinde kuzu eti, tereyağı, bal, kayısı ve mürdüm eriği bulunmakta. Kuzu etinin o yumuşaklığının yanı sıra mürdüm eriği ve kayısının aroması ile tavan yapan lezzet. Denemenizi şiddetle öneriyorum. Sunumlar çok hoş ayrıca eski bakır kaplarda geliyor yemeğiniz. Tatlı olarak kesinlikle Yeniçeri Helvasını tadın. Aslında o irmik helvası, yanına dondurma rica edin. Sunumunu da tatlının üzerine pişmaniye dökerek tamamlamışlar.

Tahinli profiterol de güzel ancak profiterol biraz zorlama olmuş bence profiterol deyince benim aklıma akışkan çikolata geliyor mesela, onu çok beğenmedim. Seçim sizin.

Çalışanlarının ilgili ve sevecen olduğunu söyleyebilirim. Örneğin biz bir hafta önce rezerve ettirmemize rağmen cam kenarında boş yer bulamadık. Yemekten sonra cam kenarında boş olan bir masada tatlılarımızı alabileceğimizi söylediler.

Yemek boyunca 15 Temmuz Şehitler Köprüsünden tutun, boğazın görüntüsü ile mest oluyorsunuz. Birde sevdiğiniz yanınızdaysa değmeyin keyfinize. Hangi bir yana bakmalara doyamayacağınızı şaşırıyorsunuz.

Yemekten sonra terasa çıkabilirsiniz. Zaten akşam yemeği için gelmişseniz siz yemek yiyene kadar terasın kalabalığı gidiyor. Sanki sizi bekliyor boş teras. Bir İstanbul’a bakın bir sevdiğinize sonra ona sımsıkı sarılarak deyin ki “İyi ki varsın!” Manzaranın tadını çıkarın.

Kadıköy’ün ara sokakları da çok ünlüdür ki içinde kaybolmak istersiniz. Yürüyebildiğiniz kadar yürüyüp denize çıkabilirsiniz. En güzeli de modaya doğru yürünen yoldur. Tadına doyum olmaz. Sokak aralarındaki sokak sanatçılarının yapmış olduğu resimler sizi alır uzak diyarlara götürür. Kafanızda milyon düşünce ile modanın ara sokaklarından denize doğru uzanan yokuşların başında kendinizi bulursunuz. Bir de gün batımına denk gelmişseniz şanslısınız. Modada güneşin batışını izlemekte ayrı bir keyiftir. Kayalıkların üzerinde oturup denizin mis kokusunu içine çekip güneşin ışıltılarını denizin üzerinde dans edişini görmek anlatılmaz yaşanır duygular içerisindedir..

Kadıköy’e geldik gezdik eğlendik artık güzel, minnak bir şeyler içip tatlı yemek için mekan arıyorsanız işte size Cadıköy. Şu anda bildiğim kadarıyla ikinci şubesini de açmış. Biri kahvecilerin migrosun olduğu sokakta. Diğeri (eski olanı ise) biraz daha üst kısımlara doğru. Yerini foursquare yardımı ile tam olarak belirleyebilirsiniz.

Kafeye girişte sizi cadılar karşılıyor.

İlginç olmasının yanında bir o kadar da eğlenceli bir yer. Masaların üzerinde sizin de kullanabileceğiniz cadı şapkaları var. Her gelen kesinlikle takar bir fotoğraf çektirir. Çektirmeyeni dövüyorlarmış :p Şapkaların yanında bir de masalarının bazılarında küreler mevcut. Koltuklar birer tatlişlik abidesi.

Duvarları ilginç döşenmiş hele bir köşesi var ki kitap saylarına Charlie Chaplin siması) çizilmiş zekice! Bravo vallahi düşünen ve yapanın ellerine sağlık. Alt katı da mevcut burada bildiğim kadarıyla kareoke de yapılabiliyor. Ve doğumgünü organizasyonunu alt kata alıyorlar.

Bir de kedileri ünlü ki mekanın siz otururken en yumuşak yeri seçip orada uyumaya başlıyorlar. Çok şapşikler.

Menüsünde tatlılar, atıştırmalıklar ve içecekler mevcut. Tatlı olarak size önerim kesinlikle supanglesini denemelisiniz. Cam kavanozda sunum yapıyorlar. Siz de benim gibi sütlü tatlıları seviyorsanız, tatlınızda akışkan bir çikolata sosu olması sizin de ilginizi çekiyorsa kesinlikle tadın. Bunun yanında tatlı olarak tiramisu, ev yapımı elmalı tart, havuçlu cevili kek, mozaik pasta, cheesecake bulunmakta. Menüde kahvaltı, kızatmalar, tostlar, sıcak ve soğuk içecekler de mevcut ve fiyatlar makul.

Kadıköy’de değişik, ilgi çekici, eğlenceli bir mekan arıyorsanız bir uğrayın derim.

Romantik Bir Akşam Yemeği

Yine bir akşam, romantik bir akşam.. Kim istemez ki Kız Kule’sinde evlenme teklifi almayı. Evlenmeden önce en büyük hayalimdi Kız Kule’sinde evlilik teklifi almak. Hala düşündükçe gözlerim kalp kalp oluyor. Kız Kulesi’nde evlenme teklifi almadım ama evlenme teklifimden bir sene sonrasında aynı gün orada kutlamasını yaptık.

Üsküdar’ın sahiline çok yakın Salacak kısmında bulunan Kız Kulesi’nin hikayesini bilmeyen yoktur sanırım. Ama şunu bilmediğinizi varsayarak söylüyorum yapıldığı tarihten bu yana aslında birçok amaçla kullanılmış. Bizde gittiğimiz zaman öğrendik. Zamanla hangi amaçlar için kullanılmış olduğunu terasa çıkan merdivenler boyunca yazıları çerçeveleterek duvarlara asmışlar. Güzel bir uygulama, çok tuttuk bu hareketi. Ben sizler için yazayım hangi amaçlar için kullanıldığı rivayetlerini;

1. Mezar: M.Ö. 341 yılında; adanın yunan komutanı Chares’ın eşi için mermer sütunlar üzerinde yaptrıdığı bir tür anıt mezar olduğu söylenmektedir.

2. Kale olarak kullanıldığı rivayeti; Atina ve Spartalılar arasındaki savaş sonunda kontrol amaçlı kale yapılmıştır.

3.Kule olarak kullanıldığı rivayeti; Savunma kulesi olarak inşa edilmiştir.

4. Savunma olarak kullanıldığı rivayeti; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethi sırasında Marmara Denizi’ne yapılacak geçişleri kontrol altında tutmak için kullanılmıştır.

5. Gümrük olarak kullanıldığı rivayeti; Atinalı Generalin Boğaz girişlerini zincire vurup giriş çıkışları kontrol altına alarak gümrür parası almıştır.

6. Depo olarak kullanıldığı rivayeti; 1990 yılındaki gemilerdeki fare ve haşereleri öldürmek için gerekli olan siyanür kız kulesinde depolanmıştır.

7. Radar olarak kullanıldığı rivayeti; 1982 yılından sonra kule denizcilik işletmeleri tarafından radar ve gözetleme istasyonu olarak kullanılmıştır.

8. Hastane olarak kullanıldığı rivayeti; 1830’lu yıllarda İstanbul’daki kolera salgını sırasında Karantina Hastanesi olarak kullanışmıştır.

9. Fener olarak kullanıldığı rivayeti; Bugün de devam ettiği üzere kulede Deniz Feneri olarak kullanımına devam etmektedir.

10. Sis Düdüğü olarak kullanıldığı rivayeti; Fenerde kullanılan sis düdükleri Atatürk’ün hastalığı sırasında rahatsızlık vermemesi için Yeşilköy’e gönderilmiştir.

11.Klavuz olarak kullanıldığı rivayeti; Boğaz Trafiğini kontrol ve yön gösterme amaçlı olarak kullanılmıştır.

12. Su Deposu olarak kullanıldığı rivayeti; Yerebatan sarnıcından kuleye uzanan tüneller ve dehlizlerin olduğu düşünülmekte olup, sarnıçlara uzandığı bilinmektedir.

13. Zindan olarak kullanıldığı rivayeti; I. Mahmut döneminde Beşir Ağa burada zindana atılmış ve başı kesilmiştir.

Kız Kule’sine ulaşım şöyle; hemen karşısından Üsküdar’dan her 10 dakikada bir motor, tekneler kalkıyor. Onlarla gidip istediğiniz zaman dönebilirsiniz. Gidiş- dönüş fiyatı en son 25 tl idi. Eminönünden de tekneler yarım saatte bir kalkıyor. Oradan da ulaşabilirsiniz.

Özel bir yemek olduğunu dile getirip rezervasyonunuzu güzel bir yerden tercih ettiğinizi söylediğinizde güzel sürprizlerle karşılaşıyorsunuz. Garsonlar ilgili, zaten bu duruma çok alışıklar.

Menüde kahvaltı, serpme kahvaltı (75tl), sandviçler, salatalar, makarnalar, et ve tavuk yemekleri, alkollü- alkolsüz içecekler bulunmakta. Fiyatlar çok çok uçuk değil.

Öncelikle tekneden indiğinizde çevresinde bir tur atmanızı ve güzel kareler yakalamanızı öneririm. Gerçekten ışığı güzel ayarladığınızda muhteşem fotolara sahip olabilirsiniz. Denizin ortasında bir adada olmak farklı bir duygu bırakıyor sizde. Hep Üsküdar’dan ona (Kız Kulesine) baktığınız yerlere o an Kız Kulesinden bakıyorsunuz. Sanki İstanbul’a yakın ama dışarıdan bakıyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Restauranta girdiğinizde önce karşınıza bir hol çıkıyor. Ardından yemek yiyebileceğiniz kısma geçiyorsunuz.

Yemek yenilen kısmı çok otantik. Pencere kenarından yer ayırtabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Ancak öyle direk bakınca deniz görünmüyor, ben biraz hayal kırıklığına uğramıştım bu durumdan. Kapıdan girdiğinizde sol taraftan terasa çıkacağınız merdivenler bulunuyor. İki kat çıkarsanız terasa ulaşıyorsunuz. Birinci katta yöresel kıyafetlerle foroğraf çektirebileceğiniz anı olarak saklayabileceğiniz bir yerde mevcut. En üst kata geldiğinizde bir kafe var isterseniz burada da bir şeyler içebilirsiniz. Ve bu kafeden geçerek terasa ulaşıyorsunuz. Manzaranın tadına doyum olmuyor. Her bir kısmından güzel bir kare yakalamaya çalışıyorsunuz.

Çikolata canavarları buraya.. Pelit’in çikolatasını yiyenler ben daha önce ne yemişim acaba diye düşünmekten kendini alamıyor açıkçası.  Diğer ürünleri de hakeza pastaları, kurabiyeleri.. vs. hepsinin tadını damağınızda kalacak şekilde muhteşemlikleri var. Ailecek ilginç bir aktivite yapalım diyorsanız Pelit Çikolata Müzesini tercih edebilirsiniz. Giriş bilet ücreti 25 tl. Yerine gelecek olursak Esenyurt taraflarında. Akbatı Alışveriş Merkezi’nin hemen arkasında kalıyor. Araba ile trafiğin açık olduğu bir zamanda rahat bir şekilde çocuğunuz ile ulaşabilirsiniz.

Girişte küçücük, minnacık çikolatadan yapılmış bardaklar ile sizlere çikolata çeşmesinden akışkan çikolata ikramı yapılıyor. Önce çikolatadan yapılmış bardaktaki çikolatayı içip ardından bardak çikolatanızı kendinizi kaybederek yiyorsunuz. Ardından bir üst kata çıkmak için yol alırken bir taraftan aklınız ve gözünüz çikolata çeşmesinde kalmıyor değil hani.

Üst kattan müzeyi gezmeye başlıyorsunuz.. Aklınız hala aşağıdaki çikolata çeşmesinde kalmış iken sizi bir sürpriz daha karşılıyor. Üst katta daha büyük bir çikolata şelalesi sizi karşılıyor.

Müzede herşey çikolatadan yapılmış. Salon salon ayrılmış çikolatadan yapıtlar. Salonlar şöyle ki; Ana salon, Türk büyükleri salonu, İstanbul Salonu, sanatçılar salonu, medeniyetler salonu olmak üzere.

Ana salonda çikolata şelalesi bulunmakta. Bunun haricinde Nuh’un Gemisi’nin çikolatadan yapısını görüyorsunuz. Her hayvandan çifter adet, gemi,.. vs herşey çikolatadan yapılmış. Bu salonda bir de Hansel ve Gratel’in dillere destan masalı bulunmakta. Zaten masaldan hatırladığımız kadarıyla bu ev çikolata ve şekerden yapılmıştı. Aldığımız bilgiye göre Pelit Çikolata Müzesinin ortaya çıkış fikri bu Hansel ve Gratel’in evinin yapılması ile başlamış.

Diğer bir salon olan İstanbul Salonunda çikolatadan yapılmış Galata Kulesi, köprüler, Kız Kulesi, Ayasofya, Sultanahmet Camii, Sultanahmet Camii ile Ayasofya arasında kalan o meydanın çok eski hali de mevcut Hipodromun nasıl göründüğünü çikolatadan yapılmış halini görebilirsiniz.

Türk Büyükleri Salonunda Atatürk, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Mete Han, Osman Gazi gibi Türk önderlerinin çikolatadan yapılmış büstlerini  görebilirsiniz.

Sanatçılar salonunda Picasso,Aşık Veysel’in sazı ile yapılmış heykeli, Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi eserini bile görmeni mümkün. ;)Einstein’in o bilinen dili dışarıda görüntüsü de yine bu salonda.

Medeniyetler salonunda ise Hititlerden Antik Yunan medeniyetine, Bizans ve Osmanlı’nın devlet ve milletlerini kapsayan birçok çikolatadan yapı göreceksiniz.

Alt kata indiğimizde çocuklar için yapılmış ilgi çekici müzikler ve danslar edebilen eğlenceli birçok yapı mevcut. Burada hep çizgi film karakterleri eğlenceli bir şekilde sunuluyor. Çikolatadan yapılmış Micheal Jackson heykeli onun şarkıları ile bir cam kavanozda sunuluyor. Biraz ilerisinde cücelerin bulunduğu ve sürekli dans ettikleri bir kısım bulunmakta. Çok tatlılar.

Biraz ileride Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin olduğu bir kısımda var. Bunlar haricinde üç boyutlu fotoğraf çekinebileceğiniz alanlar da var. Mesela birisi Messi ile aynı masada birlikte tatlı yeyip kahve yudumlarken sohbet arasında çekinilmiş gibi görünen bir alan. Diğeri köpekbalığının ağzına tam kafanızın girişini yakalanmış gibi kare yakalayacağınız yer.

Bu bölümün alt katında Pelit’in atölyesi var. Buradaki camlardan aşağıda ürünlerin nasıl yapıldığını izleyebiliyorsunuz. Pelit’in bütün ürünleri el emeği olduğu için bunu müşterilerine göstermek istemişler. Ve bu yüzden kaliteyi düşürmemek için çok az miktarda yerleri var.

Girişte bir de kahvaltı yapacağınız salonu mevcut. Kahvaltı biraz pahalı ama fiyatına değecek şekilde yok yok. Dönerinden tutun, macaronuna kadar çok az yerde rastlayacağınız ürünler mevcut.

Bir haftasonu çocuklarınız ile  veya arkadaş grubunuz ile ilgin. ve eğlenceli bir aktivite yapalım istiyorsanız Pelit Çikolata Müzesini ziyaret edebilirsiniz.